
KIRMIZI BİSİKLETLİ ÇOCUK
Bir saate yakındır giriş kattaki evlerinin demir kepenkli penceresinden dışarı bakıyordu Can. Annesi, günlük işlerinin uğraşı içinde olduğundan hiç dikkatini çekmedi. Son olarak mutfağa girdi çıktı. Oğlunun duyacağı bir sesle: “Bugün ekmeğine salça sürdüm, beslenmene onu koyacağım. Ama görüyorum ki sen hâlâ hazır değilsin okula gitmeye. Çabuk hazırlan, geç kalma. Öğretmenin sürekli Can geç kalıyor diye söylüyor.” Can, okulda öğlenciydi. Alışkanlığı gereği ya tam zil çalarken sınıf kapısından içeri giriyor ya da öğretmenin arkasından kapıdan içeri süzülüyordu.
Duvarda asılı saate göz attı annesi. Bak okul saatin gelmiş.” dedi. Yüzünü annesine döndü, başı ile gitmeyeceğim manasında işaret yaptı. Annesi: “Üstüme iyilik sağlık Can. O ne demek?”
“O demek anne, ben bugün okula gitmeyeceğim.” Demirlerin arasına soktuğu kollarını çıkardı sonra acele etmeden pencerenin önünden indi, salonun ortasına geldi. Önce üzerindeki kazağın koluna burnunu sildi sonra annesine döndü. Avazı çıktığı kadar bağırdı. Yüzü kıpkırmızı şeker pancarı gibi oldu, boyun damarları ortaya çıktı. “Ben size kaç kere söyledim, bana istediğim o kırmızı bisikleti almazsanız okula gitmeyeceğim diye.” dedi. “Ben de kırmızı bisikletten istiyoruuuum.”
Köyde, Can’ın, arkadaşlarının tahtadan arabaları vardı. Önceleri dört tahta tekeri olan bu arabalar, daha sonra üçtekerli olarak yapıldı; birde kolay sevk ve idare edilsin diye direksiyon eklendi. Bu direksiyonun eklenişi , tahta arabalar için mükemmel buluştu. Fren tertibatının yapılması ise başlı başına bir olaydı. Boş kaldıklarında Can ve arkadaşları, özellikle yayla mevsiminde yaylalarda bir araya gelir, bu tahta arabalarına biner; yarışlar yaparlardı. Yokuştan aşağı bıraktılar mı durdurabilene aşk olsun. Bu yarışları genellikle akşam saatlerinde yapılırdı çünkü seyircileri bu saatte çok olurdu. Can gruba katıldığında grupta tanımadığı, kendi yaşıtı bir arkadaş daha vardı. Bu çocuk arkadaşının kuzeniydi, kısa bir süreliğine İstanbul’dan köyüne tatile gelmişti. Bir türlü o tahta arabayı yokuştan aşağı sürüp zevkini çıkaramadı. Ne kadar cesaretlendirseler de olmadı. “Korkuyorum.” diyor, başka bir şey demiyordu. “Biz İstanbul’da böyle arabalara binmiyoruz. Bizim bisikletlerimiz var, gidince ona binerim. Burada siz istediğiniz kadar binin tahta arabanıza.” demişti.
Can’ın evinde babası, bir süredir İstanbul’a taşınma hayali kuruyordu; bundan haberi vardı. Bu bisiklet lafını duyunca bir an kendini bisikleti sürerken hayal etti. Adeta bisikletin üstünde kanatsız uçuyordu. Gidersem babam da bana o bisikletten alır diye geçti içinden.
Babası düşündüğünü yaptı. Çok sürmedi, çıkıp geldiler İstanbul’a. Dördüncü sınıfa başladı, ilk üç yılını köyde okumuştu. Yeni okul yeni arkadaşlar onu heyecanlandırıyordu. Okuluna severek gidip gelirken son günlerde isteksizce gitmeye başladı. Gitmemek için bahaneler uyduruyordu. Babası sordu: “Neyin var Can? Sen böyle değildin. Yoksa okulu mu sevmedin? Arkadaşlarını mı sevmedin?” Aslında okulunu seviyordu fakat bazı arkadaşları ile aralarındaki farkı görmeye başlamıştı. Beslenme çantasının içindekiler farklıydı, ayakkabıları farklıydı, çantaları farklıydı. Bir de köyde tahta arabasını sürerken aklına düşen bisikleti yoktu. Bir gün önce sınıfında arkadaşları bisikletten bahsederken ağzından kaçırdı: “Benim de kırmızı bisikletim var.” Ama yoktu. Koca bir yalandı ve bu yalanı nasıl olduysa Can söylemişti. Sonra pişman oldu ama ne fayda, söz ağızdan çıkmıştı bir kere. O gün perşembeydi, konuşmalara göre arkadaşları cumartesi bisikletlerini alıp kendi aralarında yarış yapacaklardı. Tıpkı Can’ın köydeki arkadaşları ile yaptığı tahta araba yarışı gibi. Bu işi halletmesi için önünde yalnız cuma günü vardı. İşte bu sabah ki huysuzluğu bundandı. Perşembe günü akşam yemeğinde, bütün cesaretini toplayıp önceden söylediklerinden daha kararlı bir şekilde babasına: “Ben kırmızı bir bisiklet istiyorum.” dedi. Yemekte makarna ile çorba vardı. Babası çorbasını içerken Can’ın yüzüne baktı: “Buluruz bir çare, sen yemeğini ye” dedi. Fakat aklında bir çözüm yoktu. Hayalini kurduğu İstanbul, Can’ın babasının yüzüne gülmüyordu bir türlü. Yemek bitti. Annesi bulaşıklar için mutfağa yöneldi, babası odada yalnız kaldı; bir çırpıda terk ettiği memleketini hayal etti. Evet, dedikleri gibi kazmaları bezenmelerine yetmiyordu memlekette fakat su parası, ev kirası yoktu. Komşuluk ilişkileri sağlamdı. Dostu dost, düşmanı düşmandı. Aklından geçen ne kadar güzellik varsa hepsini tekmelemişti İstanbul’a gelince. . İlle de İstanbul’du gitmek istediği yer. Hayalinden koptu, Can karşısındaydı.
“Neden kırmızı?” diye sordu. “Başka renk olunca olmuyor mu?”
Can, bisiklet dedikçe babası bir yolunu bulup bu isteğini erteliyordu. Haksız değildi aslında. Can’ın babaannesi sürekli: “Yokluk demirden daha serttir.” derdi. Gerçektende öyleydi, yokluk demirden daha sertti. Baba olarak alacak durumu olsaydı hiç bu kadar zor duruma koyar mıydı oğlunu? Altı üstü bir bisiklet değil miydi? İstediği at değildi, deve değildi. Bakmaya kıyamadığı biricik oğlunu üzmek aklından geçmezdi ama gel gör ki…
“Çünkü” dedi Can. “Ben arkadaşlarıma, benim bir kırmızı bisikletim var dedim.” Babası başını salladı. Oğlu yalan söylemişti. Salonun orta yerinde duran Can, annesine: “Boşuna uğraşma, okula gitmeyeceğim.” diyerek odasına gitti. Hâlâ hazır değildi.
Annesi, salça sürdüğü ekmeği beslenme saatinde yemesi için koydu çantasına. Yüksek sesle, biraz da azalar şekilde: “Hazırlan.” dedi. “Baban dün gece sen uyuduktan sonra söyledi, bisikletini bugün alacak. Hem de kırmızı olanından.” Babası bakacağım demişti ama rengi konusunda bir şey söylememişti. Okula gitmesi için annesinin: ”Hem de kırmızı olanından” o an uydurduğu bir cümleydi. İşe yaradı ama. Hızla odasından çıktı, hemen hazırlandı. Yüzüne bir gülümseme yayıldı. Can o an çok mutlu oldu. Hem bisikleti olacak hem yalanı gerçeğe dönecekti. Zaten yalan söylediğinden dolayı çok huzursuzdu. Ne yazık ki bir mucize olmasa bu sefer Can’ın babası yalan söylemiş olacaktı.
Atadan deden bir şey kalmayınca kazandığı asgari ücret yalnız boğazlarına yetiyordu. Köyden gelirken getirdikleri tek bir valizdi. Öyle aylarca harcayacak birikmiş parası da yoktu. Can’ın okul kıyafetleri diğer çocuklardan farklıydı. Babası iş yerinden aldığı avansla okul kıyafetini aldı ama altına uygun bir çift ayakkabı alamadığından, ayağında komşunun verdiği ayakkabılar vardı ve eskiydiler. Öğretmenin gözleri Can’ın ayakkabılarına takıldı. Köy yerinde olsaydı fark edilmezdi belki ama burada öyle olmadı. Okula her gittiği gün yüreği ezildi ve yoksul olmanın ne demek olduğunun farkına vardı.
Kasım ayıydı. Arkadaşları, aralarında öğretmenler gününde öğretmenine ne hediye aldığını anlatıyordu. Neler almamışlardı ki. Saat alan vardı, yüzük vardı, gömlek vardı… Sesini çıkarmadı, sessizce dinledi. Konuşma sırasında Aykut: “Babam bana kırmızı bir bisiklet aldı.” dedi. İş yerinden çıkmış eve gelirken dükkânın önünde görmüş, çok beğenmiş. Hemen almış, bana sürpriz yapmış. Görseniz öyle güzel ki. Önümüzdeki yarışmaya kırmızı bisikletimle katılacağım. Önceki zaten eskiydi onu da komşunun çocuğuna verdi annem.
Akşam karısına, bugün bir çaresine bakacağım demişti Can’ın bisikleti için. O düşünceyle bir aydır gece bekçiliğinin yanında, gündüzleri paketleme işi yaptığı fabrikanın yolunu tuttu. Kafası karmakarışık. Alsa bir türlü almasa bir türlü. İnsanın dengesi bir şaşınca ayakta durması çok zordur. İşin iyi yanı, kötü alışkanlığı yoktu. Ara sıra kahveye çıkmanın dışında. Çok ince hesaplar yapıyordu. Parası olacaktı, evi, arabası olacaktı; çocuğunu en güzel okullarda okutacaktı. Kendisinin kara kaderini çocuğu yaşamayacaktı. Evdeki hesap çarşıya uymuyordu ki.
Kapıdan içeri girdi, iş arkadaşları ile selamlaştı. Hal hatır sordu. Yüzü asık, morali bozuktu. Sorulan soruları geçiştirdi, bu bir aile sorunuydu ve kırmızı bisiklet işi halledilmeliydi. Ama nasıl? Eliyle iş yaparken aklıyla çıkış yolu arıyordu. Bir ara iş yerinde döndü dolaştı, hiç yere İstanbul sevdasına tutulmasına buldu suçu. Gelmeseydi her şey ne kadar güzel gidiyordu. Çok olmasa bile vardı bir şeyleri. İnsan görünce istiyor. Mesela oğlu Can’ın arkadaşları bisikletten bahsetmeseydi o da istemeyecekti. Sonra memleketi düştü aklına, geri dönse olur muydu? Yine cevabı kendi verdi. Eşeğe binmesi bir ayıp inmesi iki dedi. Geri dönemezdi. Ama bugün o bisiklet alınmalıydı. Çünkü söz vermişti. Oğlunun okula nasıl sevinerek gittiğini tahmin ediyordu. Annesi söylememiş olamazdı baban bugün alacak diye. Avans isterim patrondan dedi sesli olarak. Arkadaşları duydu, zaten sıkıntılı olduğunu sezmişlerdi. Anlamlı anlamsız birkaç cümle kurdu ama arkadaşlarını ikna edemediğini fark etti. “Benim yaramaz” dedi, “Çok şımardı İstanbul’da. Neymiş efendim bu bisiklet olmazmış, ille de rengi kırmızı olmalıymış. Hâlbuki şu an bindiğini alalı bir ay ancak oldu.” Bunun yalan olduğunu bildiği için yüreği sızladı. Bir mazeret buldu. Mevzu çocuğumuz olunca olur böyle diyerek kendini teselli etti.
Gece bekçiliği saati yaklaşırken çıktı fabrikadan. Patron kapının önünde biri ile sohbet ediyordu. İyi akşamlar dedi patronuna. İyi insandı patronu, uzun süre olmasa bile tanışmaları, halden anlayan adamdı; yanında çalışanlar çok methediyorlardı. Pantolonun cebindeki elini çıkardı, avucunda para vardı. Uzattı: “Diğer arkadaşların ücretlerini dün almıştı, sen biraz erken çıktığından göremedim. Al, bu senin bu ay ki paran.” Mucize bu olmalıydı. Aldı cebine koydu, saymadı bile. Eğer bir bisiklet alırsa gerisi olmasa da olurdu.
Adımlarını hızlandırdı. Sabah önünden geçtiği ikici el bisiklet satan dükkâna yürüdü. Tesadüfün böylesi, yalnız bir bisiklet vardı ve kırmızıydı. Pazarlık yapınca saydı parasını, yetiyordu. Hemen aldı. Saatine baktı, Can’ın okuldan çıkmasına bir saat vardı. Satıcıya sordu: “Bugün günlerden cuma mı?”
“Eve.t” dedi. “Bugün günlerden cuma. Yoksa günleri de mi unuttun arkadaş.”
“Unutmadım.”
Bisiklete binmeyi bilseydi ne iyi olurdu. Koca adam çocuk gibi bisiklete biniyor demelerine aldırmayacak, hemen binip eve gelecekti. Ama bilmiyordu. Bisikleti sağ yanına aldı, direksiyonunu tuttu eve doğru yürüdü.
Getirdiği bisikleti kapının önüne koydu. Artık gönül rahatlığı ile işine gidebilirdi, eşine teslim etti; evden çıktı. Mutluydu, gülümsedi. “Oğluma yarın mahallede KIRMIZI BİSİKLETLİ ÇOCUK” diyecekler.
KIRMIZI BİSİKLETLİ ÇOCUK-İSMET ACİ
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu verabetgiris.co
"Sitedeki 'Yazarlar' bölümüne ruhunuza dokunacak yeni bir yolculuk eklendi. Göz atmayı unutmayın." -------- "GriKalemler Dergisinin 2. Sayısı Yayımda" ------- " Dergimize Yazılarınızı Üye Olarak Yukardaki Gönder Menusundan Yada editor@grikalemler.com.tr mail adresinden gönderebilirsiniz." ---------- " GriKalemler Edebiyat Dergisine Hoşgeldiniz " ------"Yazışma adresi: Hürriyet Mahallesi Eski Edirne Asfaltı Caddesi No:196 Gaziosmanpaşa /İSTANBUL Tel: +905061252905" "Sosyal Medya Yönetimi Ayşegül Kösa Sert Can Gadirli medya@grikalemler.com.tr"-----"Grafik Tasarım: Oğuzhan Öcal oguzhanocal.com.tr webmaster@oguzhanocal.com.tr"----"Editör: Hakan Seyrekbasan Rojda Gülseven editor@grikalemler.com.tr" --------"İmtiyaz Sahibi grikalemler.com.tr Adına Süreyya Geçici iletisim@grikalemler.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Gülal iletisim@grikalemler.com.tr Yazı İşleri ve İçerik Sorumlusu: Hakan Yakıcı editor@grikalemler.com.tr"
Yorum Yaz