e
sv

Hüseyin Çolak Söyleşisi-AYŞEGÜL KÖSA SERT

27 Eylül 2025 13:08
avatar

Medyagri

  • e 0

    Mutlu

  • e 0

    Eğlenmiş

  • e 0

    Şaşırmış

  • e 0

    Kızgın

  • e 0

    Üzgün

 

Hüseyin Çolak Söyleşisi

 

Ayşegül Kösa Sert

  • Merhaba hocam hoş geldiniz. Bir sanatçıyı kısaca anlatmam mümkün değildir elbet. İlerleyen satırlarda sanatınıza kaleminizin inceliklerine bir şair ve yazar olarak duruşunuza, çağı değerlendirmenize değineceğiz. Ama isterim ki daha söyleşimizin başında şair yazar Hüseyin Çolak’ı kendi dilinden tanıyalım.

 

Hüseyin Çolak

  • Sanırım en zor soru bu. Bir insanın kendini anlatması, kendinden söz etmesi… ‘Diğer insanlardan farkımız: DNA dizilimimiz, retina ve parmak izimiz’ deniyor. Bunun dışında kalan görüşler, bakış açıları estetik kabul edilemez. Trabzon’da doğdum. İlkokulu köyde, ortaokul ve liseyi Maçka’da okudum. Daha sonra üniversite eğitimi için Ankara’ya geldim, geliş o geliş. Milli Eğitim Bakanlığı bünyesinde öğretmen ve yönetici olarak görev yaptım. Halen bakanlık merkez teşkilatında çalışmaya devam ediyorum. Üniversite yıllarında İsmail Kıllıoğlu’nun İlk Adımlar sayfasında Salih Zekioğlu mahlası ile ilk şiirlerim yayımlandı. Salih Zeki, rahmetli babamın ismi. O zamanlar belki biraz kalem ürkekliği biraz beğenilmeme kaygısı ile böyle bir gizlenme, perdenin arkasından seslenme gibi bir yolu seçmiş olabilirim. Daha sonra Türk Edebiyatı dergisinde Beşir Ayvazoğlu, Yedi İklim dergisinde Ali Haydar Haksal ve Ay Vakti dergisinde Şeref Akbaba ‘nikabını kaldıran’ ilk şiirlerime yer verdiler. Kendilerine buradan sağlık, afiyet ve uzun ömürler diliyorum.

  Ayşegül Kösa Sert

  • Yakın zamanda bir şiir ve bir deneme kitabınız yayımlandı. Şiir kitabının ismi ‘Kıyıya Vuran’ isminin bir hikâyesi var mı? Neden bu ismi seçtiniz?

 

Hüseyin Çolak

  • Kıyıya Vuran, kıyıya varması geç kalmış bir kitap diye düşünüyorum bazen. Sonra, madem O’nun katında her şey bir ölçüye göredir -ki ölçü kader demektir- kitapların da bir kaderi vardır ve tam zamanında doğmuştur, kıyıya vurmuştur fikrinde karar kılıyorum. Kıyıya Vuran, Eylül 2015 tarihinde Bodrum sahillerinde cansız bedenine tanık olduğumuz üç yaşındaki Aylan Bebe’nin hikâyesinden esinlenmiş bir şiirin ismi. Kitabın adının Kıyıya Vuran olmasında temel unsurlardan biri bu. Bunun yanı sıra her insan, içinde kıyıya vurmasını bekleyen nice öyküler taşır. Yaşadıklarımıza dair öyküler biriktikçe içimizde; dışavurumu, günü saati gelince doğumu kaçınılmazdır. Bazen de ölü doğarlar ve ölenin kıyıya vurması, kıyıya varması mukadderdir. Bütün bunların ölü ya da diri olduğuna okuyucu karar verecektir elbette.

Ayşegül Kösa Sert

  • Şair yazar ya da bütünüyle aydın diyelim hassasiyetleri itibarı ile diğerlerinden ayrılan bir yönü vardır. Yaşadığı çağa ayna tutar. Bu tutum kaleminize ne şekilde yansıyor? Olumsuzluklar karşısındaki tavrınız nasıldır ve siz kendi şiirinizde çağa tanıklık adına nasıl bir çizgidesiniz?

Hüseyin Çolak

  • ‘Toprağına yabancı aydın’ diye bir tanımlama var. Toprağına yabancı olmayı ben hem coğrafi anlamda hem de insanın fıtratı anlamında değerlendiriyorum. Şiir, içinde bulunduğu coğrafyadan beslenir. Şair, aydın ya da duyar sahibi her insan etrafında olup bitene bigâne kalamaz. Bir yerde ifade etmiştim: Şiir, şairin ‘uzak gözlüğü’ ile gördüğü ama ‘yakın gözlüğü’ ile yazdığı metinlerdir. İsmet Özel’in ‘Her şey ben yaşarken oldu’ dizesi ile o dizeye nazire olarak ifade edilen ‘her şey ben yaşarken öldü’ yargısı arasında bir yerdeyim aslında. Yaşadığınız topraklarda acının kol gezdiği, çocukların şeker avuçlaması beklenirken ölümle kucaklaştığı bir coğrafyada kaleminizi bunlardan sakınmanız kaleminizi kırmanızla eşdeğerdir. İnsanlığa karşı kaleminizi kırmanız ise yüz kızartıcı suçlar kapsamına alınmalıdır bu durumda. Tarihteki yerinizi almak yerine, tarihin sizin yanınızda yer almasına bakın. Tarihi eser olmak doğal süreç ama tarihe eser bırakmak maharet ister.  Sanatçı, aydın; konfor alanını sınırlayan çizgilerin dışına çıktıkça inandırıcılığını artıracaktır. Ki bu konfor alanını sınırlayan çizgiler de içinde bulunduğu alana dâhildir.  İsmet Özel’in; ‘Dünyaya alışan şiir yazamaz’ sözünü detaylıca irdelemek gerekiyor burada.

      

  Ayşegül Kösa Sert

  • Şiir-tasavvuf ilişkisini nasıl harmanlıyorsunuz? Poetikanızı mistik söylemler üzerine temellendiriyorsunuz diyebilir miyiz? Poetikanızı oturttuğunuz unsurlar nelerdir? Okurlarımız için bu konuyu da değerlendirir misiniz?

Hüseyin Çolak

  • Sâlik’in seyr-i sülükünü tamamlayabilmesi için geçmesi gereken sınavlar, sınanmalar, duraklar vb. vardır. Şair de bir etvâr-ı seb’a/yedi çakra yolculuğunun garip yolcusudur. Nefsin hallerinin tezahürü nasıl belirginleşirse sûfînin haletinde, şairin de kaleminde bu sıralı seyahatin etkilerini görmek mümkündür. Tasavvufi anlayışta müridin birincil yol azığı sevgidir. Yakın âlemden, dokunabildiği alandan bir varlığı/nesneyi sevmesi önerilir. Bu bir renk olabilir, çiçek olabilir, koku olabilir. Sevmeden olmaz yani. Somut olan bu dünyadan bir sevgi türünü deneyimleyemeyenin hakiki sevgiliye ulaşması zorlaşır hatta imkânsızlaşır. Bir yerde daha ifade etmiştim: Leyla ile Mevla birbirinin alternatifi değildir. Aksine Leyla, Mevla’ya götürür/götürmelidir. Mevla’ya götürmeyen Leyla, Leyla değildir. Poetika anlayışımı minik bir şiirimle anlatmaya çalışayım: “Mugalata değil derdimiz muhtevayı ıskalamayız/Çiçeği burnunda özgeçmişimizin/Mevzun ve mukaffa değilse de sözümüz/Kâğıdı mukavvadan ayıracak yaştayız”

 

 

  • Cevabı uzun olabilecek ama birbiriyle ilintili iki soruyu birleştirerek soracağım müsaadenizle. Bir şeyler yazmak ve kendini geliştirmek isteyenler için ışık olacağına inanıyorum. Sorunun ilk bölümü çok klasik olacak ama ‘niçin ve nasıl yazıyorsunuz?’ Bu bağlamda devamı olarak eklemeliyim ki şair, yazar, sanatçı için yazmak bir ihtiyaç mıdır? Sanatçının sorumluluğu nedir?

Hüseyin Çolak

  • Bu sorunuzu, ‘nasıl olur da yazmayız?’ diye sorarak yanıtlamak istiyorum. ‘Ne çok acı var’ diyen bir şair var ortada. Elbette şiir; bir acılar almanağı, hüzün çetelesi, yaralar takvimi değildir. Ancak acıdan söz eder, hüzünden beslenir, yaralardan panzehir yapar kendine şiir. ‘Niçin şiir yazıyorsunuz?’ sorusunun cevabı sanırım ‘neden şiir okuyorsunuz?’ sorusunun cevabından daha uzundur.

Türkiye’de şiir kitaplarının neden satmadığı sorulunca Attilâ İlhan’a, o da; “Şair yok ki satsın” diye cevap vermişti. Ve buna ilaveten; “Ezberlenemeyen şiir okunmaz” demişti. Şimdi ben bunun neresindeyim diye kendi kendime sormuyor değilim. Elbette şiir okuyucusunun nitelikli bir okuyucu olduğunun farkındayım. Bu nitelik kavramının niceliğe ne denli etki ettiğinin de tartışmasını yapacak, istatistiği hakkında ahkâm kesecek değilim.

 

Yazdıklarım benim iç sesimi taşıyor aslında. Sözcüklerden bir ev yapıyorum kendime. Bazen yağmur alıyor evim, rüzgâra maruz kalıyor ama ‘başımı sokacak bir evim var’ deyip teselli buluyorum.

Ben içime baktıkça, kalbimin sesini duydukça yazabiliyorum. Bunun için de o ellerimle yaptığım evin içine sığınıyorum; kapıları, pencereleri sıkıca kapamak yetmiyor belki ama kalbimin sesini dinlemek iyi geliyor bana. O ‘iyi’ anlarda da dizeler birikiyor, söz oluyor, şiir oluyor, dökülüyor yollara. Şiirimin mekânları el yapımı yani biraz da ev yapımı. Kuşları, çiçekleri çok seviyorum mesela. En çok da yaralı kuşları seviyorum, yarası en çok olan kuşlar göçmen kuşlardır gibi geliyor bana. Çünkü yarası olan göç eder, bulunduğu yerden uzaklara gitmek ister. Hicret kutsal bir eylem, belki de bir ibadet. O yaralı kuşları seviyorum, galiba onlar da beni seviyor ki gelip omuzlarıma konuyorlar teklifsiz, habersiz. Her iyileşen uçup gidiyor ama ben onlara kırgın değilim, gidenleri de seviyorum çünkü. Giderken benden bir şeyler götürüyorlar ama benden götürdükleri ile beni hatırlatıyorlar görenlere diye de avunuyorum bununla.

 

Şiir yolculuğumda bana refakat eden yol arkadaşım belki de o iç sesim olmuştur. Tarik ve refik denkleminde yolu güzelleştiren de yol arkadaşınız değil midir? Yol boyu soluklanmanıza fırsat sunan da yol boyunca durakları fırsata çeviren de yol arkadaşınızdır yani refakatçinizdir.

 

  • Değişen dünya ve değişen dilimizin ölçeğinde sosyal medyanın ve yaşanan hayatın ablukasında şiirinizin dil ve üslubunu oluşturan biçem ahenk unsurları ve metaforların seçiminde nelere dikkat ediyorsunuz? İlk dize şiirde nasıl geliyor ve nasıl finale eriyor?

 

  • “Şiirde ilk dize Tanrıvergisi, gerisi alın teridir.” Diyor Fransız şair Paul Valery. Şiir nedir diye sorarsanız, nadir şiirdir derim. Ya da başka bir deyişle şiir nadirdir, nadir olmalıdır. Nadir şiir, sizde hatırı olan hatırası olan şiirdir. Her şairin bir nadir şiir hayali vardır elbette. O hayal onu diri tutar, tazeler, yeniler ve yineler. Bir bakıma bir simurg hikâyesidir bu. Son çaredir o şiir; son çağrıdır, çağırır sizi.

 

Veysel Çolak şairi tanımlarken; ‘etkilenen’, ‘esinlenen’ ve ‘yoğunlaşan’  sıfatlarını tercih eder. Bunlar birer kazanımdır şair için. Bu kazanımları, sancılarıyla harmanlayan şair hakiki farkındalık oluşturur kanımca. Bu itibarla etkilenmeyen esinlenemez ve esinlenemeyen de yoğunlaşamaz kanaatindeyim.

 

Bazı şiirleri şairine ait define haritası olmadan okuyamazsınız, okumamalısınız. Defin işleminin e halinden ibaret değildir define kelimesi. Kime ait bilmiyorum ama ‘bir şiirin, öykünün imgelerini toplayabileceğiniz arka bahçeleri vardır ve buraya da uğramanız gerekir’ uyarısını dikkate almak zorundasınız.

 

  • Şiirinizin mekânları, konakladığı gösterdiği manzaraları, fotoğraf seçimleri konusunda bizi aydınlatır mısınız?

 

Bir şairin, yaşadıklarından ve tanık olduklarından daha verimli bir ilham kaynağı olamaz. Bu da sizin algı düzeyinizin yüksek ve hassas olmasına ön ayak oluyor. Zihninizi allak bullak etmeyen, sizi şaşırtmayan, sarsmayan, dengenizi altüst etmeyen hiçbir şey size bir şiiri yazdıramaz.  Önce abandone olmanız gerekiyor yani şiir yazabilmek için. Bu durumda; zaman, mekân, saha ve zemin koşullarının oluşmasını bekleyemezsiniz. Şiir kapınızı çalar hatta zorlar daha da ileri giderek kapınızı zorla açıp, içeri girer. Bundan sonra geriye kalan; bu davetsiz konuğunuzu nasıl ağırladığınız, oturması için başköşeyi gösterip göstermediğiniz, hizmette kusur edip etmediğiniz meselesidir.

 

“Cennet neden açlıktan ölen bir çocuğun düşlerinde/çiçek açıyor” diye soruyor bir şair. Cinnet, cennet ve cenin sözcükleri üzerinden mi bakmalıyız bu soruya? Şaire bunu yazdıran ya da sorduran nedir? İşte şiir tam da orada yatağını bulmuş, otağını kurmuştur. Düşünce konforuna bayrak açan, zihinsel rehavetin rahatını kaçıran manzaralar, şairin kadrajına girdiği zaman o deklanşöre parmağının gitmemesi mümkün değildir. İstemsiz bir eylemdir bu yani.

 

Şiir biraz da yola koyulmaktır, yola çıkmaktır. Kendinizle uzlaşmak için bazen insanlardan uzaklaşmak gerekir. Uzlaşmakla uzaklaşmanın yol ayırımında bir yerlerde buluyorum kendimi. Bir şiirimde ‘Kendime bir durak ötedeyim/Kalbime körebe’ diyorum. Elbette bu mutlak bir uzlaşma değil ama ilanihaye uzaklaşma da denemez buna.

 

Uzaklaşmanın uzlet, yalnızlaşmanın içsel bir uzlaşı olduğunu vehmetmek yanılgısına düşmemeli insan. İçsel uzlaşı ifadesini bilinçli ve kasıtlı kullanıyorum. Bu kast-ı mahsus, bizi şiire ve şiir gibi yaşamaya çıkarır umudunu zerk ediyor hücrelerime.

 

Şiir, şairin gözyaşıdır diyorum ben. Hani diyor ya “Gözyaşı düşmeli insanın yoksa insan düşer”. İşte şiir düşmezse şairden, şair düşer. Bunu hem hakiki anlamı ile hem de manevi ve mecazî anlamı ile de anlamak mümkündür. Şairin gözyaşı düşmeli ki şiir gölü kurumasın.

 

Bu güzel söyleşi için çok teşekkür ederim.

 

Bana bu fırsatı verdiğiniz için ben teşekkür ederim.

 

Bu Eseri Paylaş:

etiketlerETİKETLER
Üzgünüm, bu içerik için hiç etiket bulunmuyor.
  • Kemal kırmızıgül
    1 ay önce

    Umarım haddini bilenlerdenimdir.
    Ancak şunu söyleyebilirim, Rüzgar götürse de o evi kıyısında köşesinde bir yerim olsun

    yorum beğen
    • Medyagri
      1 ay önce

      Yorumunuz için teşekkürler

      yorum beğen

Sıradaki içerik:

Hüseyin Çolak Söyleşisi-AYŞEGÜL KÖSA SERT

deneme bonusu veren siteler deneme bonusu verabetgiris.co

"Sitedeki 'Yazarlar' bölümüne ruhunuza dokunacak yeni bir yolculuk eklendi. Göz atmayı unutmayın." -------- "GriKalemler Dergisinin 2. Sayısı Yayımda" ------- " Dergimize Yazılarınızı Üye Olarak Yukardaki Gönder Menusundan Yada editor@grikalemler.com.tr mail adresinden gönderebilirsiniz." ---------- " GriKalemler Edebiyat Dergisine Hoşgeldiniz " ------"Yazışma adresi: Hürriyet Mahallesi Eski Edirne Asfaltı Caddesi No:196 Gaziosmanpaşa /İSTANBUL Tel: +905061252905" "Sosyal Medya Yönetimi Ayşegül Kösa Sert Can Gadirli medya@grikalemler.com.tr"-----"Grafik Tasarım: Oğuzhan Öcal oguzhanocal.com.tr webmaster@oguzhanocal.com.tr"----"Editör: Hakan Seyrekbasan Rojda Gülseven editor@grikalemler.com.tr" --------"İmtiyaz Sahibi grikalemler.com.tr Adına Süreyya Geçici iletisim@grikalemler.com.tr Genel Yayın Yönetmeni Mehmet Akif Gülal iletisim@grikalemler.com.tr Yazı İşleri ve İçerik Sorumlusu: Hakan Yakıcı editor@grikalemler.com.tr"