
Bu soru, zihnimin sessizliğini bir cam gibi çatlatıyor. Etrafımda her şey aynı görünüyor: aynı oda, aynı eşyalar, aynı dünyanın ağır akışı. Penceremden aynı sokak, aynı ağaçlar görünüyor. Ama bir şey var, görünmez, dokunulmaz; havaya karışmış zehir gibi bir hakikat… Her şey aynı, ama hiç bir şey aynı değil. İşte o “aynı”lığın altında, bir şeyler kaynıyor. Dönüşüyor. Ölüyor ya da diriliyor, bunu ayırt edemiyorum.
İçimde bir boşluk var, yeni oyulmuş. Daha dün, belki bir saat önce doldurduğum şeylerle dolu olan bir yer, şimdi kocaman, yankılanan bir mağara. Attığım her adım, söylediğim her söz, bu boşluğun duvarlarından bana geri dönüyor, çarpıtılmış ve yabancı bir tonda. Ne oluyor bana? Bu, bir kaybın ilk şoku mu? Yoksa bir insanın, kendi kalesinin zindanlarında kayboluşunun hikayesi mi?
Dışarıda hayat, bir nehir gibi akmaya devam ediyor. İnsanlar yürüyor, gülüyor, alışveriş yapıyor. Onların bu olağan akışı, benim donmuş zamanımın içinde bir ihanet gibi. Nasıl oluyor da dünya, benim içimdeki bu devasa depremi fark etmiyor? Nasıl oluyor da güneş, bu kadar pervasızca doğabiliyor? Bu, bir yalnızlık duygusundan da öte, bir gerçeklik kayması. Benim hakikatimle, dışarıdaki kolektif hakikat arasında uçurumlar açılıyor.
Kendimi bir aynanın karşısına geçirip bakıyorum. Gözlerim aynı gözler. Saçlarım aynı. Ama bakışımın ardında, bir yabancı var. Tanımadığım, anlamadığım, belki de korktuğum bir yabancı. “Ne oluyor?” sorusu, en nihayetinde bu yabancıya sorulmuş bir soru. Ve cevap vermek yerine, o da bana aynı soruyu, daha derin bir sessizlikle soruyor.
Bu sorgulama hali, bir labirente dönüşüyor. Her köşebaşında geçmişten bir anı, bir yüz, bir pişmanlık beliriyor. Acaba şu an olanlar, geçmişin gizli tohumlarının filizlenişi mi? Yoksa gelecek, şimdiki zamanın üzerine bir karaltı gibi mi düşüyor? Zamanın doğrusal çizgisi anlamsızlaşıyor. Her şey, bu “an”ın içinde, bu keskin “ne oluyor?” anında birbirine karışıyor.
Bir kahve fincanını tutuşumda bile bir yabancılık var. Parmak uçlarımın bardağa değdiği nokta, eskiden sıradan bir temasken, şimdi bir sorgulamanın başlangıç noktası. Bu nesneyle, bu dünyayla olan ilişkim sorgulanıyor. Hiçbir şey garantide değil artık. Hiçbir duygu, hiçbir fikir sabit değil. Her şey, bir oluş halinin, bir akışkanlığın parçası.
Belki de “ne oluyor?” bir uyanış çığlığı. Benliğin, otomatik pilottan çıkıp, kendi varlığının ve etrafındaki dünyanın absürtlüğünü, karmaşasını ve acı tatlı güzelliğini fark ettiği an. Bir makinenin dişlileri arasına sıkışmış bir çakıl taşı gibi, ritmin dışına fırlamak. Bu acı verici bir uyanış, çünkü konforlu uykunun perdelerini yırtıyor. Ama aynı zamanda son derece canlı hissettiren bir uyanış. Her sinir ucu alarm halinde. Her duyu, en uç noktasında.
Bu kaosun ortasında, garip bir sükunet anı da gelip yerleşiyor ara sıra. Sanki tüm bu olup biteni, kendinden geçmiş bir halde, bir sahnedeki oyuncuyu izler gibi izleyen bir parçam var. Bu parça, yargılamıyor, sadece gözlemliyor. “Bak,” diyor fısıltıyla, “işte oluyor. İşte hayat, tam da bu. Bu kargaşa, bu belirsizlik, bu korku ve bu merak… İşte budur.”
Ve zaman, bu sorgulamanın ağır ağır akan şurubu içinde, anlamını yitirmeye başlıyor. Saatler mi, dakikalar mı, yoksa yıllar mı geçti, bilmiyorum. “Ne oluyor?” sorusu, artık sadece bana veya içimdeki dönüşüme dair değil. Tüm bir varoluşun, tüm bir kozmosun temel sorusu haline geliyor. O yıldız ne oluyor? O ağaç köklerini toprağa salarken ne oluyor? O, sokakta koşan çocuğun kalbinde ne oluyor?
Sorum evrenselleşiyor, genişliyor. Ve bu genişleme içinde, kişisel ıstırabımın acısı biraz hafifliyor. Ben sadece bu büyük oluşa, bu sonsuz dönüşüme katılan, küçük ama bilinçli bir parçayım. Bu düşünce, hem ezici hem de özgürleştirici.
Sonra, yavaş yavaş, bir cevap gelmiyor ama sorunun kendisi bir cevaba dönüşüyor. “Ne oluyor?” diye sormak, var olmanın en dürüst, en çıplak halidir. Bu soru, bir duraktır. Bir nefes alıştır. Kendini ve etrafındaki her şeyi olduğu gibi, tüm karmaşıklığı ve güzelliğiyle kabul etmenin ilk adımıdır.
Belki hiçbir zaman tam olarak anlamayacağım “ne olduğunu”. Belki anın akışına, dönüşümün ritmine bırakmam gerekiyor kendimi. Kontrol etmeye çalışmak değil de, deneyimlemek için açık olmak.
Pencereye yaslanıyorum. Akşam oluyor. Gökyüzü turuncudan mora evriliyor. Yeni bir şey oluyor. Her zaman olduğu gibi. İçimdeki fırtına dinmiyor, ama onunla birlikte var olmayı, onun bir parçası olmayı öğreniyorum.
“Ne oluyor?” sorusu, artık bir paniğin değil, bir merakın, bir hayretin ifadesi. Ve bu merakla, bir sonraki “ne oluyor” anına doğru, belki biraz daha cesaretle, biraz daha bilgece adım atıyorum. Çünkü artık biliyorum ki, “olmak”, zaten sürekli “oluyor” olmanın ta kendisidir. Ve biz, sadece bu muazzam sürecin tanıklarıyız.
NE OLUYOR? – ÖMRÜNÜ YİTİRMİŞ HARFLER
deneme bonusu veren siteler deneme bonusu verabetgiris.co
"Sitedeki 'Yazarlar' bölümüne ruhunuza dokunacak yeni bir yolculuk eklendi. Göz atmayı unutmayın." -------- "GriKalemler Dergisinin 3. Sayısı Yayımda" ------- " Dergimize Yazılarınızı Üye Olarak Yukardaki Gönder Menusundan Yada editor@grikalemler.com.tr mail adresinden gönderebilirsiniz." ---------- " GriKalemler Edebiyat Dergisine Hoşgeldiniz " ------"Yazışma adresi: Hürriyet Mahallesi Eski Edirne Asfaltı Caddesi No:196 Gaziosmanpaşa /İSTANBUL Tel: +905061252905"
Yorum Yaz